20 Nisan 2011 Çarşamba

betmenli




Kamil Koç Ataşehir terminalinde 10 dakika önce taksisinden indiğim ama geyiğinden kurtulamadığım taksiciyi onaylıyordum. 15.00 İzmir otobüsünün gelmesine kafadan bi 20 dakika vardı ve bende çok net bi şekilde esnafın, taksicinin geyiğe sardığı adam elektriği olduğu için o anlatıyor ben de ''he abi'' diyordum.

var böyle bi bahtsızlığım. bu durumdan kurtulamıyorum. hayatımda ilk defa girdiğim tekel bayiğindeki adam bana çekimeden yarım saat boyunca sibel canın eskiden çok taş olduğunu ''sibel canı sibel canken skecektin abi'' cümlesi ile anlatabiliyor. alıştım gibi artık bu duruma.

taksici bir daha hayatında görmeme ihtimali yüksek bir insan olduğum için kafasında ne kadar kolpa varsa bana sıkıyordu. ''bayramda 4 kişiyi buradan Bursaya götürdüm, dönüşte ordan da müşteri ile geldim onu da beylikdüzüne bıraktım, tam orsan dönücem tak bi müşteri daha bindi o da kartala gidiyormus... öyle yani abi şimdi yalan olmasın kafadan bi 1500-2000 lira koydum'' diye hayallerini anlatıyordu. tam bir taksici fantazisi lan. olmadık yere giden bir müşteri, oradan dönerken yolda binen daha da acaip bi yere giden müşteri, tam onu bırakınca binen bir başka çılgın müşteri... zerre inanmama belirtisi göstermeden onayladıkça onayladım. otobüs gelince de anında uzadım.

otobüse bindiği anda tüm erkeklerin yaptığı gibi nefissel bi bayan var mı diye etrafa bakındım. tabi ki yoktu. onun yerine bol bol dede vardı, çocuk vardı amına koym. bu çirkin ortamda tek yapılacak şey uyumak tabi ama uyumamak için film izlemeye karar verdim zira '' aman topkekimden, uludağ gazozumdan geri kalmayım'' diye çok endişeleniyorum otobüslerde. aklım çıkıyor resmen. böylelikle ultra tırtolduğu daha ''Vampirlerin Şafağı'' diye bi isimle çevrilmesinden belli olan Frostbiten adlı filme girdim.




filmin kafadan bi ilk 10 dakikasında ''şu eleman ışık işlerine baktı, bu eleman yönetmen yardımcısı...'' diye bi ton adam adı akıyor. o kadar da sıkıcı bir giriş yani. alayı da bilek metalci adı gibi. Jonas Karlström'ünden, Frederik Böklund'undan geçilmiyor. zira film bilek metaliyle ve kızların teklif etmesiye meşhur bir memleket olan İsveç yapımı. aslında bi bakıma iyi bişiy. adamlar paso kapalı, soğuk hava falan (en baştan hiç olmayacak yere memleket kurmuşlar.) bunalıma girip intihar edeceğimize ya da klise yakacağımıza film yapalım demişler.

neyse ikinci dünya savaşı zamanında böyle karlı bi ortamda vatani görevini kısa dönem nazi olarak yapmakta olan bi takım elemanlar ateş altında kalır. durum çok kıllıdır. geri çekilip bir dağ klubesine sığınırlar. klubenin kapısı camı falan kilitlidir. uyurlar. bi ara aralarından biri uyanıp yanındakine ''abi burası böyle heryeri kapalı bi klube burada bizden önceki tipler nasıl çıkmış da gitmiş ki acaba'' diye sorar. uyanan eleman ''aaa hakkaten çokacaip'' falan der o da kendi yanındakini uyandırmaya karar verir. bi bakarlar eleman ölmüş boynu falan kan. o ara ben muavineden su istedim tam şeyedemedim neyse bi takım olaylar olur bi vampiri öldürmüşler klubeden sürükleyerek dışarı çıkarmışlar falan.


bu tırt girişten sonra mevzular günümüze gelir. karanlık bir yolda Annika adlı bi bayan araba kullanmaktadır. arkada oturan Saga adlı kızı ile filmi izleyen biz denyolar kutuplara yakın bir yerde olduklarını anlayalım diye otuz kez ''yaa şimdi aslında gündüz ama hava karanlık'' benzeri muhabet yapar. bütün yol bu geyiği çevirirler. o ara yanlarından bi araba geçer arabadaki metalci tipli bi kız ile (aşağıdaki fotodaki bayan) saga göz göze gelir. sonra ''aslında şimdi gündüz di mi, ama hava karanlık yaaa'' geyiğine geri dönerler.




Annika ve Saganın hava karanlık geyiği bittikten ve eve geldikten sonra bilimsel bi takım çalışmalar için buraya taşındıklarını zira Annikanın tıp işlerinde olduğu ve buradaki bi klinikte çok süper bi doktor olduğunu öğreniriz. gerçekten de pis geyikçi bir anne-kız olan ikili tabi ki bunu da aynı şeyi 42 kere tekrarlayarak aktarırlar.


saga yeni okuluna gelir okulda daha önce yolda gördüğü vega adlı kız ile tanısır. vega okulun metaller dinleyen ve basma etek giyen uçarı asi kızıdır. saga ile anında kanka olur (ne gereği varsa?) ''akşama gelsene haplanıp sikko sikko müzikler dinleyeceğimiz bir parti olacak'' der. saga kabul eder.

annika da çalışacağı kliniği gezer. çok kıllı işler peşinde olduğu kaşlarından belli olan bir yaşlı olan doktor ona ortamı gezdirir. iki denyo ile tanışırlar. o ara doktorun yatan bi hastaya kırmızı haplar verdiğini görür o haplarda çoğacaip bi şeylerolduğunu anlarız.

daha once görülen denyolardan biri o haplardan araklar zira o kasabanın torbacısıdır. vega ''akşama bize patlamalık bi şeyler getir'' falan demiştir. mal gibi önce kendi atar hapı. sonra parti ortamındaki tipler haplanır. haplanan gençlerin alayı vampir olur (değişik bir kafa evet) evde kanlı sahneler falan olur. ama saga kurtulur.

doktor filmin başındaki nazi elemanlardanmış orda ısırılmış da vampir olmuş o zamandan beri olayları araştırıyormuş falan bunları öğreniriz. sonrasında da iri bi ihtimalle saga ve annika hariç herkez ölüyordur bilemiyorum feribota binince kapattım filmi. çok büyük bir kaybım olmadı kanaatindeyim.

belki de çok şahane filmdir bilemiyorum. sonuçta topkekinden olmamak için izlenen filme tam konstantre olamıyor insan. bi de oram müsait deildi. arkamdaki koltukta ezan okuyan çocuk ve çok duygulanıp ağlayan dede vardı. olabilir yani.

bi de bloggerde bi süredir bi sıkıntılar vardı, geçmiş galiba o olaylar. neyse ben emekli şiiri ile veda ediyorum.


2 yorum:

  1. bir insanı en iyi yolculukta tanıyabilirsin, topkeke güdümlü bir insansın bu çok açık.

    YanıtlaSil
  2. arada kahve istesem daha mı kuuğl olur diyorum ama vazgeçöiyorum alıyorum sarı gazozu

    YanıtlaSil